İran rejimini gelecekte neler bekliyor?

Orta Doğu’nun kadim topraklarında, İran İslam Cumhuriyeti uzun süredir hem içeriden hem dışarıdan gelen fırtınalarla boğuşuyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun son açıklaması ise bu fırtınanın yönünü daha da belirginleştiriyor: Hedef İran rejimini ortadan kaldırmak. Netanyahu, rejim değişikliğinin pekâlâ mümkün olduğunu, çünkü İran’ın “çok zayıf” olduğunu iddia etti. Bu sözler, İsrail’in nükleer programı hedef alan operasyonunun, çok daha geniş bir bölgesel çatışmaya dönüşebileceği endişesini körükledi. Netanyahu’nun, İran rejimini zayıflatma ve hatta devirme gibi gizli bir gündemi olduğu artık aşikâr. Operasyonun amacının nükleer ve balistik füze tehdidini engellemek olduğunu söylese de İran halkına yaptığı videolu çağrıda “İran nihayet özgürleştiğinde, bu an insanların düşündüğünden çok daha erken gelecek” diyerek örtülü bir rejim değişikliği uyarısında bulundu. Bazı İsrailli yetkililer bu amacın kampanya hedefi olmadığını belirtse de bu niyetin artık “gizlenmediği” yorumları da dile getiriliyor.

Ancak uzmanlar, dışarıdan gelen bir darbenin genellikle rejimleri yıkmadığını hatırlatıyor. Bir rejimin çökmesi için hükûmet sistemlerinin dağılması, askerî güçlerin muhalefete katılması ve tutarlı, birleşik bir ideolojiye sahip alternatif bir liderliğin ortaya çıkması gerekir. İran’da bu koşulların hiçbiri mevcut değil. Netanyahu gibi figürlerden gelen dış destek, İran’ın güçlü ulusal gururu nedeniyle genellikle “verimsiz” ve “zararlı” olarak kabul ediliyor. Zira bu tür açıklamalar, muhalif grupların İsrail adına hareket ediyormuş gibi algılanmasına neden olabiliyor.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ise bu konuda daha temkinli bir duruş sergiliyor. Trump yönetimi bile, çatışmanın tırmanmasını ve bölgeyi istikrarsızlaştırmasını önlemek amacıyla İran’ın dinî lideri Hamaney’in öldürülmesi planını veto etti. ABD Başkanı Donald Trump, Hindistan ve Pakistan arasındaki düşmanlıkları durdurduğu gibi İsrail ve İran’ı da barıştırmak istediğini belirtti, uzun vadede en iyi seçeneğin müzakere edilmiş bir çözüm olduğunu vurguladı. Bu durum, ABD’nin İsrail’in tüm hedeflerini paylaşmadığını ancak kamuoyu önünde bir çatışmadan kaçındığını gösteriyor. Biz de İran rejiminin 1979 İslam Devrimi’nden bu yana karşılaştığı derin krizleri, mevcut çetin zorlukları ve ufuktaki potansiyel riskleri mercek altına alacağız.

1979 İslam Devrimi’nden bu yana süregelen buhranlar

İran İslam Devrimi, 1978-1979 yılları arasında İran’ın siyasi sahnesini kökten değiştirdi ve Şah Muhammed Rıza Pehlevi liderliğindeki Pehlevi monarşisinin devrilmesiyle sonuçlandı. Ancak devrim, monarşiyi ortadan kaldırırken, siyasi muhalefeti acımasızca bastıran ve teokratik bir yönetim yapısı dayatan yeni bir rejimin doğmasına neden oldu.

Devrimin ilk on yılı (1979-1989), devrimci aşırılıklar ve önemli iç ve dış zorluklarla dolu, tam anlamıyla çalkantılı bir dönemdi.

İç hesaplaşmalar ve bastırılan muhalefet

Yeni rejim, iktidara gelir gelmez eski rejimin destekçilerini ve muhalif unsurları acımasızca tasfiye etmeye başladı. Yüzlerce eski imparatorluk yetkilisi idam edildi, binlercesi ise demir parmaklıklar ardına atıldı. Din adamları, solcu, milliyetçi ve entelektüel gruplar gibi eski müttefiklerini hızla iktidar pozisyonlarından uzaklaştırdı; bu dönem siyasi çekişmeler ve şiddete sahne oldu. Devrim Muhafızları (Pasdaran), rejimin kontrolünde olmayan siyasi grupları sindirme ve bastırma faaliyetlerinde aktif rol oynadı. Devrimin ardından, toplum üzerinde katı bir teokratik yönetim yapısı ve muhafazakâr sosyal değerler zorla dayatıldı. Kadınlara evlilikte haklar ve güvenceler sağlayan Aile Koruma Yasası iptal edildi. Çarşı müttefiklerinden kaynaklar alan ve işsiz halktan savaşçı toplayan Şii din adamları, tüm hükûmet ve kültür alanlarında dinî egemenlik kurmaya çalıştı. Sokaklarda İslami giyim ve davranış kurallarını uygulamak için “komiteh” adı verilen devrimci gruplar faaliyet gösterdi. Halkın Mücahitleri (MEK) gibi gruplar, devrimin başlangıcında önemli bir güç olsa da daha sonra din adamı hükûmeti tarafından bastırıldı. Bu durum, rejim karşıtı silahlı mücadeleye ve suikastlara yol açtı. Ancak MEK’in İran-Irak Savaşı sırasında Saddam Hüseyin ile ittifak kurması, örgütün İran nüfusunun büyük bir kısmından uzaklaşmasına neden oldu.

Uluslararası izolasyon ve kanlı savaş

Devrimin hemen ardından İran, uluslararası alanda büyük bir izolasyonla yüzleşmek zorunda kaldı. 4 Kasım 1979’da ABD Büyükelçiliği’nin öğrenci militanlar tarafından ele geçirilmesi ve 52 diplomatın 444 gün boyunca rehin tutulması, ABD ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin tamamen kesilmesine yol açtı. Bu olay, Humeyni destekçilerinin kendilerini “anti-emperyalist” olarak sunmalarına olanak tanıdı; rejimin solcu ve ılımlı muhaliflerinin bastırılmasına zemin hazırladı. Uluslararası izolasyon, 1980’den 1988’e kadar süren ve bir milyondan fazla can kaybına neden olan kanlı İran-Irak Savaşı ile daha da derinleşti. Irak’ın saldırısı, Humeyni rejimini varoluşsal bir tehdit olarak algılamasından kaynaklanıyordu. Savaş, Şii din adamlarının iktidarı ele geçirmesine ve laik devrimcileri sürgüne zorlamasına önemli ölçüde katkıda bulundu. Savaşın sona ermesiyle birlikte İran, nükleer silah elde etme arayışının siyasi sınıf içinde nadir görülen bir fikir birliği konusu hâline geldiği sonucuna vardı.

Büyük siyasi krizler ve iç muhalefet dalgaları

İran rejimi, 1979 Devrimi’nden bu yana çeşitli büyük siyasi krizler ve iç muhalefet hareketleriyle yüzleşmek zorunda kaldı.

  • Yeşil Hareket (2009): 2009 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tartışmalı sonuçlarıyla başlayan Yeşil Hareket, başlangıçta barışçıl protestolarla gelişti ancak aylarca süren şiddetli çatışmalara, yüzlerce tutuklamaya ve ölümlere sahne oldu. Hükûmet, internet erişimini kısıtlayarak ve muhalefet liderlerini ev hapsine alarak sert bir tepki verdi. Bu hareket, rejimin otoriter yapısına karşı ciddi bir meydan okumaydı.
  • 2017-2018 Protestoları: Yumurta fiyatlarındaki artış ve yeni bir bütçe yasasının geçirilmesiyle başlayan bu protestolar, hızla ülke geneline yayıldı. Ekonomik zorluklar, hükûmet yolsuzluğu, bölgesel çatışmalara müdahale ve zorunlu hicap yasasına karşı genel bir muhalefet, bu protestoların ana nedenlerini oluşturdu. Hükûmet, gösterileri şiddetle bastırdı; ölümler, tutuklamalar ve internet kısıtlamaları bu dönemde yaşandı.
  • 2019-2020 Protestoları (“Kanlı Kasım”): Yakıt fiyatlarındaki %50-200’lük artışla tetiklenen bu protestolar, ülke çapında en şiddetli hükûmet karşıtı ayaklanmalardan biri hâline geldi. Ekonomik sorunlar, hükûmet yolsuzluğu ve rejime karşı genel bir muhalefet, protestoların temel nedenleri arasındaydı. Hükûmet, yaklaşık altı gün süren ülke çapında bir internet kesintisi uygulayarak ve protestocuları şiddetle bastırarak karşılık verdi. Bu bastırma, binlerce ölüm ve tutuklamayla sonuçlandı.
  • Mahsa Amini Protestoları (2022-2023) ve “Kadın, Yaşam, Özgürlük” Hareketi: Jina Mahsa Amini’nin ahlak polisi gözetiminde ölümüyle başlayan bu protestolar; İran’da kadın hakları, insan hakları ve adalet için geniş çaplı bir harekete dönüştü. Hükûmet, acımasız bir bastırma politikası izledi; toplu tutuklamalar, işkenceler ve infazlar bu süreçte yaygınlaştı. Birleşmiş Milletler (BM), İran hükûmetinin cinayet, işkence ve cinsiyet temelli zulüm dâhil olmak üzere insanlığa karşı suçlar işlediğine dair güvenilir kanıtlar buldu. Bu protestolar, İran toplumundaki derin toplumsal ve nesiller arası bölünmeyi ortaya koydu ve sosyal özgürlükler üzerindeki mücadelenin devam ettiğini gösterdi.

İran’daki muhalefet hareketi, rejimin otoriterliğini reddeden ancak ideoloji açısından büyük farklılıklar gösteren yerli eleştirmenler ve sürgündeki muhaliflerden oluşuyor. Muhalefetin parçalı yapısı, rejimin direncini artıran önemli bir faktör. Rejim, bu bölünmeleri etkili bir şekilde kullandı ve dışarıdan desteklendiği düşünülen gruplara karşı milliyetçi duyguları harekete geçirerek, birleşik bir tehdidin ortaya çıkmasını engelledi. Toplum içinde organik olarak ortaya çıkabilecek ve geniş destek toplayabilecek birleşik ve güvenilir bir alternatif liderliğin olmaması, rejimin bireysel protestoları bastırmasına olanak tanıyor ve genel güç yapısına yönelik varoluşsal bir meydan okumayla karşılaşmasını engelliyor. Bu dinamik, iç baskıların yoğun olmasına rağmen, muhalefet tarihî bölünmelerini aşmadıkça rejim değişikliğine yol açamayabileceğini düşündürüyor.

Uluslararası yaptırımların boğucu etkisi

İran rejimi, onlarca yıldır süren uluslararası yaptırımlar, iç kötü yönetim ve yolsuzluk, demografik baskılar ve çevresel krizler gibi bir dizi ekonomik ve sistemsel zorlukla boğuşuyor. İran, onlarca yıldır özellikle ABD’den gelen “büyük uluslararası yaptırım sistemi”ne maruz kalıyor. Bu durum, ülkenin küresel pazara erişimini ciddi şekilde sınırladı. Bu yaptırımlar genellikle uluslararası ortakları, ABD pazarına erişimlerini kaybetmemek için uyum sağlamaya zorlayan yargı dışı sonuçlar doğuruyor. ABD’nin 2018’de Ortak Kapsamlı Eylem Planı’ndan (JCPOA) çekilmesi ve petrol ambargosunun yeniden uygulanması, 2018’de %-2.2, 2019’da ise %-2.6’lık ekonomik durgunluğa yol açtı. 2010’da toplam ihracatın %70’ini ve devlet gelirlerinin %60’ını oluşturan petrol ihracatı önemli ölçüde düştü. Bu durum, hükûmeti bütçe harcamalarını, özellikle de yatırımları kısmaya zorladı. Yaptırımlar, İran para biriminde (riyal/USD kuru 2018 başında 46.000’den 2023 Şubat’ında yaklaşık 480.000’e yükseldi) önemli değer kaybına ve yaygın enflasyona neden oldu. Ayrıca devletin yeniden dağıtım mekanizmalarını bozarak sosyal harcamalarda kesintilere yol açtı.

Yaptırımlar, rejimi zayıflatmayı amaçlasa da aynı zamanda rejimin direncine de katkıda bulundu. Rejim, ekonomik sorunların sorumluluğunu dış faktörlere atarak bir “kuşatma zihniyeti” oluşturdu. Bu durum, milliyetçi duyguları harekete geçirerek “direniş ekonomisi” anlatısını haklı çıkardı. Bu anlatı, halkın öfkesini iç kötü yönetimden dış düşmanlara yönlendiriyor. Bu durum, yaptırımların, büyük ekonomik zorluklara ve toplumsal hoşnutsuzluğa neden olmasına rağmen, rejim çöküşü için yeterli bir koşul olmayabileceğini gösteriyor. Bunun yerine rejimin anlatısını güçlendirebilir, kendine yeterliliği teşvik edebilir ve algılanan dış saldırganlığa karşı ortak bir düşman yaratarak iktidar üzerindeki kontrolünü potansiyel olarak pekiştirebilir. Ancak uzun vadeli toplumsal maliyetler çok büyük.

Yolsuzluk sürüyor, ekonomi çıkmazda

Yaptırımların ötesinde, iç kötü yönetim ve yolsuzluk, İran’ın ekonomik sıkıntılarının temel nedenleri. Devrim Muhafızları (IRGC), bankacılık, petrol, inşaat ve telekomünikasyon dâhil olmak üzere ekonominin büyük bir kısmını kontrol ediyor. Sivil denetim veya yasal hesap verebilirlik olmaksızın faaliyet gösteriyorlar. Bu “askerîleşmiş tekel”, özel sektörü boğdu ve “derinlemesine yozlaşmış bir ekonomik düzen” yerleştirdi. Ekonomik durgunluk, işsizlik ve enflasyon, artan suç oranları ve diğer “sosyal zararlarla” doğrudan bağlantılı. Yetkililer bu bağlantıyı kabul etseler de yapısal başarısızlıkları gizlemek için genellikle “yabancı uyrukluları” suçluyorlar. Yolsuzluk, tüm düzeylerdeki yetkililer tarafından açıkça kabul ediliyor ve hatta bir helikopter kazasında şüpheli şekilde hayatını kaybeden eski Cumhurbaşkanı Ruhani tarafından “ulusal güvenliğe tehdit” olarak ilan edilmişti.

Şeffaflık eksikliği, yetersiz yasalar ve belirli kuruluşlarda güç yoğunlaşması, yolsuzluğun temel nedenleri olarak tanımlanıyor. Bu yaygın ve sistemsel yolsuzluk, özellikle IRGC’nin ekonomiye derinlemesine nüfuz etmesi, yaptırımların etkisini ağırlaştıran ve halkın öfkesini körükleyen kendi kendine açılan bir yara. Bu iç “mafya benzeri yönetim modeli”, ekonomik kalkınmayı baltalıyor, yeniliği engelliyor ve enflasyon, işsizlik ve sosyal eşitsizliğe doğrudan katkıda bulunuyor. Rejimin bu iç başarısızlıklar için dış faktörleri suçlama eğilimi, temel yapısal sorunları ele alma konusundaki yetersizliğini veya isteksizliğini daha da vurguluyor. Bu sistemsel yolsuzluk, rejim için temel, uzun vadeli bir güvenlik açığı. Kamu güvenini aşındırıyor, sosyal huzursuzluğu körüklüyor (ekonomik protestolarda görüldüğü gibi) ve gerçek ekonomik reformları engelliyor. Dış baskılar azalsa bile, bu iç çürüme rejimin istikrarını ve meşruiyetini içeriden baltalamaya devam edecek.

Demografik baskı ve beyin göçü alarmı

İran, nüfusunun %60’ı 35 yaşın altında olan büyük bir genç nüfusa sahip. Ancak bu demografik potansiyel, özellikle gençler (%25) ve üniversite mezunları (%40 eksik istihdam) arasındaki yüksek işsizlikten olumsuz etkileniyor. Ülke, yolsuzluk, kayırmacılık, baskı ve fırsat eksikliği nedeniyle şiddetli bir “beyin göçü” krizi yaşıyor. Yurt dışında 100 binden fazla İranlı öğrenci bulunmakta ve bunların sadece %1’i geri dönmeyi düşünüyor. 2007-2021 yılları arasında 150 bin ila 180 bin bilimsel uzmanın İran’ı terk ettiği tahmin ediliyor; bu da yıllık 50 ila 70 milyar dolarlık bir kayba yol açıyor. Bu durum, İran’ın sadece elitlerini kaybetmekle kalmayıp, onları kalıcı olarak diğer ülkelere hediye ettiğini gösteriyor. Aynı zamanda İran’ın nüfusu hızla yaşlanıyor. Düşen doğurganlık oranları ve artan yaşam beklentisi, emeklilik sistemleri üzerinde finansal baskı, değişen aile yapıları nedeniyle sosyal izolasyon ve kronik hastalıklar nedeniyle artan sağlık hizmeti talepleri gibi önemli zorluklar yaratıyor. Bu durum, rejimin istikrarı için uzun vadeli riskler oluşturuyor, zira genç nüfusun hayal kırıklığı ve yaşlanan nüfusun artan ihtiyaçları, toplumsal memnuniyetsizliği körüklüyor.

Çevresel kriz: Kuraklık ve su savaşları

İran, iklim değişikliği ve kötü yönetimden kaynaklanan şiddetli bir çevresel krizle karşı karşıya. Kuraklık, artan su talebi ve su kaynaklarının kötü yönetimi, toplumu baskı altına alıyor ve rejime karşı şikâyetleri körüklüyor. Baraj inşaatları, sulak alanların kuruması ve çölleşme gibi faktörler, ülkenin tarım arazilerinin üçte ikisinden fazlasının kaybolmasına neden oldu. Hava kirliliği, özellikle büyük şehirlerde o kadar şiddetli ki okullar ve iş yerleri düzenli olarak kapanıyor. Su kıtlığı, etnik, siyasi ve ekonomik bir fay hattı hâline geldi; kitlesel göçlere ve toplumsal huzursuzluğa yol açtı. Su kaynaklarının kötü yönetimi, özellikle Huzistan ve Sistan-Belucistan gibi etnik azınlıkların yaşadığı bölgelerde su kıtlığına neden oldu. Bu çevresel sorunlar, rejime karşı şikâyetleri artırıyor ve rejimin hayatta kalmasını tehdit ediyor.

Nükleer hırs ve bölgesel güç oyunları

İran’ın nükleer programı ve bölgesel rolü, rejimin hem gücünün hem de kırılganlıklarının temelini oluşturuyor. İran’ın nükleer programı, 1950’lerde ABD desteğiyle başladı ancak 1979 İslam Devrimi’nden sonra geçici olarak durdu. 1980’lerin ortalarında yeniden başlatılan program, 2002 yılında Natanz ve Arak’taki gizli askerî nükleer araştırma merkezlerinin ifşa edilmesiyle uluslararası endişelerin odak noktası hâline geldi. 2015 nükleer anlaşması, uranyum zenginleştirme seviyesini %3,67 ile sınırlamayı amaçlasa da İran’ın zenginleştirme faaliyetleri hızla ilerledi. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) raporlarına göre, İran Mart 2025 itibarıyla 275 kg %60 oranında zenginleştirilmiş uranyum stokuna sahip, bu da üç ay öncesine göre 182 kg’lık bir artışa işaret ediyor. Nükleer silah üretimi için %90 zenginleştirme seviyesi gerekiyor. IAEA, İran’ın artık birden fazla bomba üretecek malzemeye sahip olduğuna inanıyor ancak bu stokların askerî amaçlı olup olmadığını teyit edemiyor. IAEA Genel Direktörü Rafael Mariano Grossi, İran’ın nükleer silaha sahip olmayan tek ülke olarak bu seviyede uranyum zenginleştirmesinden derin endişe duyduğunu belirtti.

İsrail’in 2024 Ekim, 2025 Nisan ve olarak 2025 Haziran ayı saldırıları, İran’ın nükleer tesislerinde önemli hasara yol açtı. Natanz’daki ana uranyum zenginleştirme tesisindeki güç kaynakları ve İsfahan’daki uranyum dönüştürme tesisi hasar gördü. İsrailli bir askerî yetkili, hasarın onarımının “birkaç haftadan çok daha uzun” süreceğini tahmin ediyor. Bu saldırılar, İran’ın nükleer programını hızlandırma veya bir nükleer silah edinme kararını etkileme potansiyeli taşıyor. Zira birçok İranlı lider için nükleer silaha sahip olmamak, rejimin hayatta kalması için varoluşsal bir tehdit olarak algılanıyor.

İran’ın bölgesel etki alanı ve vekil güçler

İran, Irak’ın çöküşü ve Arap Baharı’nın ardından Orta Doğu’daki etkisini önemli ölçüde genişletti. Kendisini “kuşatma altındaki bir devlet” olarak görüyor ve bölgesel rakipler ile hükûmetini devirmeye çalışan dış aktörler tarafından tehdit edildiğini düşünüyor. İran, geleneksel askerî zayıflığını balistik füze programı, siber yetenekleri ve vekil aktörler ağı aracılığıyla telafi ediyor. Devrim Muhafızları’nın özel birimleri olan Kudüs Tugayları, İran toprakları dışındaki askerî operasyonlardan, finansal ve lojistik destek sağlamaktan, savaşçı toplamaktan ve müttefiklere silah tedarik etmekten sorumlu. İran’ın önemli vekil aktörleri arasında Irak’taki Şii milisler (Kata’ib Hizbullah, Bedir Örgütü), Filistin topraklarındaki Hamas ve İslami Cihad, Lübnan’daki Hizbullah ve Yemen’deki Husiler bulunuyor. Bu vekil ağları, İran’ın bölgedeki etkisini düşük maliyetle artırmasına ve doğrudan çatışmalardan kaçınmasına olanak tanıyor.

İsrail ve ABD ile gerilimler, İran’ın dış politikasının önemli bir yönünü oluşturuyor. İran, ABD ile doğrudan bir çatışmadan kaçınmaya çalışıyor ve ABD çıkarlarının hedef alınması durumunda ciddi sonuçlarla karşılaşılacağı uyarısında bulunuyor. Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidi, İran’ın petrol akışını durdurarak küresel enerji piyasalarını etkileyebilecek güçlü bir koz.

Küresel güç dengelerinde değişim ve İran’ıın konumu

İran, uluslararası izolasyondan çıkmak ve küresel güç dengelerindeki değişimlerden faydalanmak için “Doğu’ya bakış” stratejisini benimsedi. Çin ve Hindistan gibi ülkelere petrol ihracatını artırdı, BRICS+ ve Şanghay İş Birliği Örgütü gibi oluşumlara üye oldu. Rusya ile ilişkiler, Soğuk Savaş sonrası dönemde önemli ölçüde gelişti; Rusya önemli bir ticaret ortağı ve İran’a silah ve teknoloji tedarikçisi hâline geldi. Suriye’deki iç savaşta Esad hükûmetini desteklemek için iş birliği yaptılar. Ocak 2025’te Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkian, yakın siyasi, ekonomik ve askerî iş birliğini öngören “kapsamlı stratejik ortaklık” anlaşması imzaladılar. Orta Doğu’daki çatışmanın tırmanması, enerji fiyatlarını artırma potansiyeli taşıyor. İsrail’in “yeni Orta Doğu” vizyonu, Irak, Suriye ve İran gibi merkezî devletlerin askerî kapasitelerini dağıtarak zayıflatmayı içeriyor. İran, bu yeni bölgesel düzende etkili bir aktör olarak kalabilmek için iç direncini, esnek diplomasisini ve askerî risk kontrolünü sürdürmek zorunda.

Gelecekte rejimi bekleyen fırtınalar

İran rejimi, mevcut iç ve dış baskılarla birlikte gelecekte bir dizi potansiyel zorlukla karşı karşıya. İran’ın 85 yaşındaki dinî lideri Ayetullah Ali Hamaney’in sağlığı ve potansiyel halefiyeti, rejimin geleceği için kritik bir belirsizlik kaynağı. Uzmanlar Meclisi, yeni dinî lideri seçmekle görevli bir din adamları organı ve Hamaney’in “yokluğu” durumunda hızlı bir geçişin gerekliliğini tartıştı. Hızlı bir liderlik geçişi, iç huzursuzluk riskini azaltabilirken, yeni liderin devrimci kimliğini kanıtlamak için askerî eylemlere veya vekil güçler aracılığıyla teröre başvurma riski de bulunuyor. Hamaney sonrası liderlik için potansiyel adaylar arasında, yakın zamanda helikopter kazasında hayatını kaybeden eski Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Hamaney’in oğlu Mücteba gibi isimler öne çıkıyordu. Reisi’nin ölümü, liderlik geçişini daha karmaşık hâle getirdi ve potansiyel olarak daha fazla huzursuzluğa yol açabilir.

Rejimin geleceği için çeşitli senaryolar konuşuluyor: Rejimin zayıflamış bir şekilde hayatta kalması, popüler bir ayaklanma veya iç savaşla çöküşü ya da sürgündeki Şah oğlu Rıza Pehlevi gibi bir figürün liderliği. Yeni bir liderin, muhalefeti bastırmak amacıyla “kültürel bir devrim” başlatma olasılığı, halkın tepkisine ve toplumsal huzursuzluğun daha da artmasına neden olabilir. Ayrıca İsrail’in nükleer tesislerine yönelik saldırıları, rejimi nükleer silah edinme kararını hızlandırmaya itebilir. Birçok İranlı lider için nükleer silaha sahip olmamak, rejimin hayatta kalması için varoluşsal bir tehdit olarak algılanıyor.

İç kırılganlıklar: Rejim istikrarının altındaki fay hatları

Rejimin karşı karşıya olduğu iç kırılganlıklar, uzun vadeli istikrarı için ciddi tehditler oluşturuyor. İran’daki muhalefet, geniş çaplı hoşnutsuzluğa ve tekrarlayan protestolara rağmen parçalı kalmaya devam ediyor. Birleşik bir ideolojiye veya tutarlı, geniş çapta kabul görmüş bir alternatif liderliğe sahip değil. Rejim, bu bölünmeleri etkili bir şekilde kullandı ve dışarıdan desteklendiği düşünülen gruplara karşı milliyetçi duyguları harekete geçirerek, birleşik bir tehdidin ortaya çıkmasını engelledi. Toplum içinde organik olarak ortaya çıkabilecek ve geniş destek toplayabilecek birleşik ve güvenilir bir alternatifin olmaması, rejimin bireysel protestoları bastırmasına olanak tanıyor ve genel güç yapısına yönelik varoluşsal bir meydan okumayla karşılaşmasını engelliyor. Bu durum, iç baskıların yoğun olmasına rağmen muhalefet tarihî bölünmelerini aşmadıkça rejim değişikliğine yol açamayabileceğini düşündürüyor.

Yaygın ve sistemsel yolsuzluk, özellikle Devrim Muhafızları’nın ekonomiye derinlemesine nüfuz etmesi, rejimin uzun vadeli bir zayıflığı. Bu iç “mafya benzeri yönetim modeli”, ekonomik kalkınmayı baltalıyor, yeniliği engelliyor ve enflasyon, işsizlik ve sosyal eşitsizliğe doğrudan katkıda bulunuyor. Rejimin bu iç başarısızlıklar için dış faktörleri suçlama eğilimi, kamu güvenini aşındırıyor ve sosyal huzursuzluğu körüklüyor. Dış baskılar azalsa bile bu iç çürüme rejimin istikrarını ve meşruiyetini içeriden baltalamaya devam edecek.

Genç işsizliği ve hızlanan “beyin göçü”, rejimin istikrarı için uzun vadeli riskler oluşturuyor. Genç nüfusun beklentilerinin karşılanmaması ve ülkenin yetenekli beyinlerinin yurt dışına kaçması, toplumsal memnuniyetsizliği artırıyor ve rejimin gelecekteki gelişim potansiyelini zayıflatıyor.

Çevresel felaket kapıda

Su kıtlığı gibi çevresel krizler, rejim karşıtı şikayetleri körüklüyor ve rejimin hayatta kalmasını tehdit ediyor. Su kıtlığı, etnik ve bölgesel gerilimleri artırarak, rejimin kontrolünü zorlaştıran yeni bir fay hattı yaratıyor.

İran rejimi, 1979 İslam Devrimi’nden bu yana hem iç hem de dış kaynaklı bir dizi karmaşık ve birbirine bağlı buhranla mücadele etti. Devrimin ilk yıllarındaki tasfiyeler, iç siyasi çekişmeler ve uluslararası izolasyon, rejimin temelini attı. İran-Irak Savaşı, rejimin konsolidasyonuna katkıda bulunsa da uluslararası alanda dışlanmasına yol açtı. Sonraki yıllarda Yeşil Hareket, 2017-2018 ve 2019-2020 protestoları ile Mahsa Amini’nin ölümüyle tetiklenen “Kadın, Yaşam, Özgürlük” hareketi gibi büyük siyasi krizler ve iç muhalefet hareketleri, rejimin otoriter yapısına karşı sürekli bir meydan okuma oluşturdu. Bu hareketler, rejimin insan hakları ihlallerini ve toplumsal bölünmeleri gözler önüne serdi.

Ekonomik alanda uluslararası yaptırımlar, yaygın yolsuzluk, kötü yönetim, yüksek işsizlik ve hızlanan beyin göçü gibi sistemsel sorunlar, halkın yaşam kalitesini ciddi şekilde etkiledi ve toplumsal hoşnutsuzluğu artırdı. Rejim, yaptırımları dış düşmanlara karşı birleşme çağrısı yapmak için kullansa da iç yolsuzluk ve ekonomik kötü yönetim, uzun vadede rejimin meşruiyetini aşındıran temel zayıflıklar olarak kalıyor.

İran’ın nükleer programı, bölgesel güç arayışı ve vekil aktörler ağı aracılığıyla asimetrik savaş stratejisi, rejimin dış politikasının merkezinde yer alıyor. Bu durum, İsrail ve ABD ile gerilimleri tırmandırıyor ve bölgesel istikrarsızlığa katkıda bulunuyor. Küresel güç dengelerindeki değişimler ve Rusya gibi ülkelerle ilişkilerin güçlenmesi, İran’a yeni diplomatik ve ekonomik fırsatlar sunsa da bölgedeki çatışmaların tırmanması, enerji piyasaları ve küresel ekonomi üzerinde olumsuz etkiler yaratma potansiyeli taşıyor.

Gelecekte dinî lider Hamaney’in liderlik geçişi, rejimin istikrarı için en önemli belirsizliklerden biri. Hızlı bir geçiş, iç huzursuzluk riskini azaltabilirken, yeni liderin meşruiyetini kanıtlama çabaları veya potansiyel iç çekişmeler, rejimi daha da kırılgan hâle getirebilir. Parçalı muhalefet, rejimin direncine katkıda bulunan önemli bir faktör olmaya devam ediyor. Ancak genç işsizliği, beyin göçü ve çevresel krizler gibi iç kırılganlıklar, rejimin uzun vadeli istikrarı için ciddi tehditler oluşturuyor. Bu faktörlerin birleşimi, İran rejiminin gelecekte daha fazla zorlukla karşılaşacağını ve mevcut yapısını sürdürmekte giderek daha fazla güçlük çekeceğini gösteriyor.

.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir